27 Ocak 2010 Çarşamba

Metin 2 Multi Hack 2.0 Final buyrunn

Gönderen mad00

Arkadaşlar, bu yazımızda sizlere metin 2 multi hack 2.0 final hilesini anlatacağız ve sizler de artık bu hileleri metin2‘de kullanmaya başlayabileceksiniz inş.




İşinizie yarayacak :



- Pazarlar Görünüyor

- Antipatch ‘e Gerek Yok

- m2xp Vs Gibi Programlara Gerek Yok

Direk Oyunu Açın Patchleri Yükleyin,

Hack ‘inizi Çalıştırın Ve Oynayın

DOWNLOAD

http://rapidshare.com/files/136969829/Multi_Hack_2.0.rar

Rar şifresi : www.metin2.biz

26 Ocak 2010 Salı

metin 2 çin serverindan oynamak isteyen buraya..!

Gönderen mad00

Arkdaslar çin serverinda oynamak herkezin hayalidir…



Onun için ben size çin serveri download sitesini ve size bi üyelik vericem…


Böylece rahat rahat oynabiliceksiniz…










İste download


http://www.metin2.co.kr/06_resources/resources_01.htm




Siteye girin ve orada yesille gösterilen botuna basin…







Simdi oyun indi bu üyeliktende oyunu rahat rahat oynabilirsiniz:


ID: MeNeXe


Sifre: 123456789






Yorumlarinizi Ve Replerinizi bekliyorum herkeze iyi oyunlar










bu yamayı kesin denemelisiniz tam metin2 hastalarına göre Metin 2 çekme hilesi ni sizler için bulup upload ettik şifre oyun-hileleri.org dur gerekli açıklama aşağıdadır.



char seçme yerinde m2 multihacki açıyoruz ama dikkat m2 multihack (M2 MULTIHACK 1.83 (beta)) versiyon yoksa çalışmaz büyük ihtimal

oyunu açıyoruz

M2 multi hackteki;magia speed’teki on’u ve combo daki 1’i işaretliyoruz…



Oyundan çıkıyoruz dikkat oyunu tamamen kapatmıyoruz sadece server yerine dönüyoruz…



Oyunu tekrar açıyoruz her şey şekildeki gibi olmalı;

1-Can fullenmeli.

2-Exp fullenmeli.



Merak etmeyin gerçekte bunlar azalıyor yada artıyor ama siz fark etmiyorsunuz ama biriyle grup kurarsanız kenarda canınızı görebilirsiniz…

indir










http://www.oyun-hileleri.org/depo/metin2multihack5.0.rar

23 Ocak 2010 Cumartesi

NEDEN BEN....

Gönderen mad00

NEDEN BEN....


Efsane wimbledon'un ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS den ölüm döşeğindeydi..Hayranlarından birisi sordu,Yaradan böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti..Arthur yanıtladı;Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar..5 milyonu tenis oynamayı öğrenir,500 bini profesyonel tenisci olur,50 bini yarışmalara girer,5 bini büyük turnuvalara erişir,50 si Wimbledon'a kadar gelir,4 ü yarı finale,2 si finale kalır...Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Yaradana NEDEN BEN..? diye hiç sormadım,şimdi sancı çekerken Yaradana nasıl,neden ben diyebilirim...Mutluluk insanı tatlı yapar..başarı ışıltılı..zorluklar güçlü..hüzün insanı insan yapar..yenilgi ise mütevazi..Yaradana asla neden ben diye sormayın,herşeyi O' bilir ve ne olacaksa o olur...

Kendine İyi Bak

Gönderen mad00

Kendine İyi Bak


Tanyerinin büyüsüne kapıldık.

Gözlerimizdeki kızıllık, geceden kalma. Uyku yüklü gece süvarilerine direndik. Uyumadık. Akıp giden zamana tutsak olmadık. Ama nedense bir tanem, yorulmak nedir bilmeyen zamanı köşesinde tutamadık.

Dışarı çıkar çıkmaz, serin bir rüzgâr okşadı bizi. Elimizde, gözümüzde, yüzümüzde dolandı; saçlarımıza bulaştı. Sanki yüreğimizdeki yangınların derecesini düşürmek istiyordu.

Bu, ne güzellik Tanrı’m? Kolumda sevdiğim, şafağın söküşünü seyrediyoruz birlikte. Geceyi yırtan kızıllıklar, ikimizin de hoşuna gidiyor. Gözlerimizde kıpkızıl şafaklar… Sabahın eline düşen sönük yıldızlara bakıyoruz birlikte. “Az önce hepsi de pırıl pırıldı. Şimdi ne oldu ki bunlara?” diye düşünüyorum kendi kendime. Bildiğim sebebi, görmezden, anlamazdan, bilmezden geliyorum. Sabahın serin havası, elimizde, yüzümüzde.

Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz. Besbelli ikimiz de, hayâllerimizin peşinde, şafağa düşen yangınlarla yarışıyoruz. Yeniden hasret kesilmeye hazır gönüllerimizi sessiz ninnilerle uyutmak istiyoruz.

Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz. Umudumuz güneşte demek ki…

Doğsun, bize bir şeyler söylesin. Hasretin ağına düşecek olan gönüllerimizi teselli etsin. Sönük yıldızları parlatsın, zamanı durdursun, tükenen geceye, yenibaştan döndürsün bizi. Saniyeler olduğu yerde kalsın, dakikalar akıp gitmesin

Bu sabah, sadece bu sabah, ayrılık zehriyle gülümsüyor bize.

Bu sabahı, en az benim kadar, sen de sevmedin, biliyorum. Sen de gece bitmesin, sabah olmasın istedin.

Velhasıl ikimiz de, gecenin büyüleyen demlerinin sürüp gitmesini istiyoruz.

Güneş, henüz ortalıkta yok.

Güneş, meramımızı anlamış olmalı, doğmakta nazlanıyor.

Güneş, doğmakta nazlanıyor.

Varsın nazlansın.

Ellerin ellerimde, yanıyor. Öylece tanyerine bakıyoruz. Şafağın renklerine takılmış gözlerimiz, konuşmadan, sessiz, güneşin doğuşunu bekliyoruz.

Sabah ayazı, yüreğimizdeki yangınları dindirmek istiyor.

Biz istemesek de bir tanem, az sonra güneş, büyülü geceyi bitirecek, sabahı başlatacak.

Bu sabah, sabahın başlamasını istemiyorum, biliyor musun?

Bu sabah, güneş doğmamalı.

Bu sabah güneş, “Merhaba!” diyen yüzünü, bize göstermemeli.

Ellerin ellerimde, yanıyor. Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz.

Tek tek tanyerine düşen renklerle, hayâllerimizi yarıştırıyoruz. Tek tek o renklere, umutlarımızı işliyoruz. Tekini bile atlamadan, şafağı tutan bütün renkleri; hayâllerimizle süslüyoruz. Şahlanan umutlarımızın destanını yazıyoruz konuşmadan, sessizce.

Ellerin ellerimde, yanıyor. Konuşmuyor, tanyerine bakıyoruz.

Aşağıda uzayıp giden yoldaki gece lambaları… Bir iki far.

Her şeye rağmen, hayat yeniden başlıyor.

Güneş, yeni bir günü başlatmak için sabırsızlanıyor.

Şafak, birdenbire bütün renkleriyle söküyor. Parıltılarını yüzüne düşürüyor.

“Ah, ömrüm! Ne kadar güzelsin böyle?”

Güneşe bak, dağların ardından nasıl da yükseliverdi aniden?

Hüzünlü mü, ne? Sanki bugün, bize “Günaydın!” demekte nazlanıyor.

Varsın nazlansın.

Yanımda sen varsın!

Yüzünde güneşin ilk ışıkları.

Gözlerinde manidar gülümsemeler…

Sabah ayazını kesmeye çalışıyor, bana perde olmak istiyorsun.

Kulaklarımda sesin:

“Yine yalnız kalmaya, yalnızlık çekmeye hazır mısın ozanım?”

“Yalnız kalmam ki…”

“Neden?”

“Kalbim senin, dedin… Unutma.”

“Unutur muyum hiç? Benimki sende, seninki bende kalacak yine.”

“Önceki gibi. Melek ve Şehzade, bu habere sevinir.”

“Öyle, önceki gibi. Ama aramızda yine mor dağlar yükselecek, okyanusların öte yakasında olacağım.”

“Gündüz güneşle, geceleri dolunayla mor dağları da, okyanusları da aşarım bir tanem…”

“Daha kaç yıl?..”

Nerden çıktı bu taksi? Birdenbire yanımızda duruverdi.

Ah, bu taksi…

Güneş, yeni bir günü başlatmak için sabırsızlanıyor.

Şafak, birdenbire bütün renkleriyle söküyor. Ortalık, aydınlanıyor.

Yoldayız…

Bir ara sürücü, ne dedi biliyor musun?

“Ben, şimdi ikinci hayatımı yaşıyorum.”

“İkinci bahar olmasın?” diye sordum. Gülüştük…

“Hayır beyim! O kadar da şanslı değilim. Ama ikinci hayatımı yaşıyorum. Büyük selde, arabamla birlikte denize sürüklenmişim. Gerisini hatırlamıyorum.”

“İlgi çekici. Sonrası?”

“İkinci hayatımı yaşıyorum dedim ya.”

El ele tutuştuk. Parmaklarını parmaklarımın arasına kenetledim.

Sessizce fısıldadım:

“Oysa biz, kendi hayatımızı yaşayamıyoruz. Kendi hayatımızı…”

Otogardayız…

Otobüs, görünürde yok..

Bilsen kalbimden neler, neler geçirdim? Ah bu otobüs, hiç gelmese… Ya da bütün otobüslerin kalkış saatleri ebediyen silinse.

Sanki en sakin anlarımızı yaşıyoruz. Oysa ikimizin de gönlünde, sayısız fırtınalar kopuyor.

Hiçbir zaman dineceği olmayan fırtınalar.

Fırtınalar…

O ağaç, üzgün mü ne?

Güvercinler tünekte. Kanada kalkacakları, ters takla atacakları yok.

Sanki birimizden birine dargınlar. Keyifsizler.

O da ne? Mis gibi simit kokuyor.

Simitlerimizin yanında çaylarımızı söylüyoruz.

Çay arasında, sormadan yapamıyorsun.

“Bana söyleyeceğin son bir şeyin yok mu?”

“Kendine iyi bak!”

“Bu kadar mı?”

“Bu kadar. Hepsini içine alacak başka bir söz bulamadım. Kendine iyi bak!”

“Anladım.”

“Fakat bu defa, gitmeni hiç istemiyorum bir tanem. Hiç istemiyorum…”

“Peki çocuklarımız, torunlarımız ne olacak?”

“Bilsem!”

Otobüs durur mu? Çıktı geldi…

Güneş, güzelim ışıklarını üstümüze düşürdü.

Yorulmak nedir bilmeyen zaman, geldi çattı.

Otobüs, harekete hazır; bekliyor.

Kucaklaştık. Gözlerimizi sakladık birbirimizden.

“Güle güle!” yerine, sana; “Kendine iyi bak!” dediğimi hatırlıyorum.

“Kendine iyi bak!”



Yeniden hasret kazanlarına atılan gönüllerimiz, ağlıyor.

Melek ve Şehzade, deli gibi. Kafdağı’nın ardına kaçıyor.

Biri, bizim için ninniler söylese şimdi. Uyumak istiyorum.

Aramızda yine mor dağlar, aşılmaz okyanuslar.

Bu sabah güneş, doğmamalıydı.

Doğmamalıydı.

Guruldayan güvercinler ayaklandılar. Göğün en yükseğine kadar uçtular.

Güvercinim de uçtu.

Ah, biri bana ninni söylese!



El sallayışını unutamam, bir tanem.

“Kendine iyi bak!”

DİLİNDEN TUTUŞMAK

Gönderen mad00

DİLİNDEN TUTUŞMAK


Sıyrıldım derinlerinden yalanların; yılanların derilerinden sıyrıldığı gibi! .. Geride kaldı herşey, dün gibi! .. Ama gün gibi, aşikârdı; seni sevdiğim! .. Eyy, sevdiğim... Ve, boyanmak ister gibi kanından, kınından çekilmişim; sana doğru! .. Ama; “Kendimle” savaşım! .. Kendim ile savaşım... Benim, beennn; yenen de, yenilen de... Yerde yatan da paramparça, ve başımda dikilen de! .. Benim, bennn; hem yaralarımı saran hekim, ve hem ağaçta yutkunan akbaba! .. Bir gün “zaman” kurtulacak benden; öksürerek veya aksırarak... Artık, nefesine engel, ciğerine çengel olamayacağım!.. Çıkıvereceğim içinden sadece, sadece savrulacağım; İçimde, senin de kalmanı umarak!.. Dedim ya, sıyrıldım derinlerinden yalanların; yılanların derilerinden sıyrıldığı gibi!.. Ama, “senden önce” sarıldım boynuma; cellatımın elindeki yağlı ip gibi!.. Dedim ya; sen isen... Sen iken bile fetihlerin adresi; Kavgalarım kendimle!.. Hadi, söyle bana biliyorsan; hem kaçıp hem kovalamak nasıl şey?.. Biliyorsan söyle hadi; perişanlık ne demek kendi zaferlerinde?.. Veya, bir vahşi hayvan gibi; yakalamak ne demek kaçmaktaki kendini?.. Ve “mekânlar” çatladı ayağımın altında; düşürmek için beni, zamanın karanlığına!.. Dilimi tutuşturdum... Dilimden yanıyorum... Dilimden... Aahhh, dilimden; İçimde, sen!.. Eyy, sevdiğim; “feda” mı bunun adı?.. Yani, bu karanlık tuzaklardan... Ve fırlatıldığımız uzaklardan... Senden ve benden geriye “ne kalacaksa” taşıyabilmek için... Yani, görebilmek için önümü; yakmışsam kendimi, dilimden; lambaların fitili gibi... Seninle yanıp karanlıklarda usuul usul; vazgeçmiyorsam yürümekten, görüyorsam geçeceğim yolları... Yanmak mı, yakmak mı, nedir; yoksa feda mı bunun adı?

Kelebek misali....

Gönderen mad00

Kelebek misali....


Bir gün günlerden pazartesi etraf sakin ama bir o kadar da güneşli hafif bir meltem esintisi işler yolunda giderken... Birden oyun oynayan bir çocuk çıkar karşına. Bir an ben de onun yerinde olsaydım keşke dersin ne güzel her şeyden habersiz hayattan ne güzel zevk alır.Kıskanırsın belki de utanırsın sonra Allaha şükreder onun mutlu,güleryüzlü bir şekilde oyun oynadığı için sevinmeye hatta bir süre sonra sen de katılmış bulursun çocuğun oyununa...Çocukça gibi gözükür ama hayat bir çocuk değil mi ki.. Onun da sevgiye ilgiye ihtiyacı yok mu ki.... Aslında çocuklardan çok almamız gereken ders var....Hayat neden çocuktur biliyor musun?... Söyleyeyim ne yaparsan hayatta sana aynısını yapmaz mı çocuk da öyle sen çocuğa nasıl davranırsan çocuk da sana öyle davranmaz mı şimdi anladınız mı hayat neden çocukmuş....Aslında bunların hepsi KeleBek MisaLi Bir gün de Olmuyor mu BaşKa bir gÜN çocukluktan çıkıp koca kadın olmuyor muyuz ya da koca adam Kelebek de öyle değil mi Bir gün de kozayı hazırlar (biraz fazla olabilir 1 gün den)Sonra kozada kalır uzun zaman ama sonunda çıkar kozadan bir iki gün ya da daha fazla yaşarsa her gün farklı bir çiçek de böcek de değil midir.....Hayat işte KEleBek MisaLi,İnsanlar,HayVanlar,Bütün canlılar cansızlar her şey KELebeK MİSalİ Değil miDir?:

ressamın resmi

Gönderen mad00

ressamın resmi


ressam dünyanın en güzel şeyinin resmini yapmaya karar verirne olduğunu öğrenmek icin uzun bir yolculuğa çıkaryolda beli bükülmüş yaşlı bir adam görürdünyanın en güzel şeyi nedir derİhtiyar hiç tereddüt etmeden-İMAN derdüğün kalabalığına rastlargeline Dünyanın en güzel şeyi nedir derGelin damadın gözlerinin içine bakarak-AŞK der Ressam cepheden dönen yorgun askere denk gelirona da sorarAsker Dünyada en güzel şey -BARIŞ derRessam dünyanın en güzel şeyleri ögrenmiştirİMAN AŞK BARIŞ bunların resmini nasıl yapacağınıdüşünerek evine dönerEvinin kapısından girdiğinde dünyanın en güzel şeyinin karşısında durduğunu düşünürÇocuklarının masum bakışlarında İMANkarısının gözlerinde AŞK evinde ise BARIŞ vardırBunlardan aldığı ilhamla dünyanın en güzel şeyinin Resmini yapar tabloya şu adı verirEVİM

ANKA KUŞU

Gönderen mad00

ANKA KUŞU


rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan simurg anka, bilgi ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş... kuşlar simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da simurg'u bekler dururlarmış. ne var ki, simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. ancak simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan kaf dağı'nın tepesindeymiş. oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. yorulanlar ve düşenler olmuş. önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış) : kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını. yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi 'şaşkınlık' ve sonuncusu yedinci vadi 'yokoluş'ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... kaf dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; farsça 'si', 'otuz' demektir. ...murg' ise 'kuş'... '30 kuş', anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir.onların hepsi simurg'muş. her biri de simurg'muş. simurg anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır... ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur

GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER

Gönderen mad00

GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER


Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı. Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. 'Badem' dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti. Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti. Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı. Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu. Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak: 'Sanki yeniden dünyaya geldim! ' dedi. 'Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız? ' Yaşlı doktor: 'Böyle bir ameliyat yapmadık kızım! .' diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini