23 Ocak 2010 Cumartesi

Sadakat öyküsü

Gönderen mad00

Sadakat


Babaannem, şu uzun, uzunca ömründe bir defasına bari denizi görmemiş ve şu göremedi,görmedi meselesi sabah bilmez kış gecelerinin bitmez tükenmez muhabbetiydi evimizde...Ah o deniz, ne deniz ! Deniz böyle,deniz şöyle,o deniz bir acayip dünya...Oysa nerde deniz,nerde bizim köy! Hani kuş uçmaz,kervan geçmez derler ya , Deliorman'ın tâ göbeği... Sonra, bizim buralarda kalûbelâdan beri,kadın aş evini, ocağını bilr, gezi neyinedir derler.. Derler de, babaannemin gene çıkınında lâfı bol, şöyle bir tutturdu mu,işte bin dokuz yüz kırk dörtlerde Urus gelince buralara, köylerde tekezeseler kurulunca,milletin malı mülkü bir araya toplanıp mirî malı olunca, mirî malı denizdir yemeyen domuzdur, çalanı çırpanı,urguncusu vurguncusu tilkide pire gibi çoğalınca, yüksek yüksek binalar kurulup zina kaldırımlara inince, deniz denen o şeyin içine erkek merkek, kadın madın eşkâre çırıl çıplak girme modası çıkınca,yuların ipi zebanilerin eline geçince ve şu dünya işleri ters dönüp geri geri tepince, kıyamet alâmetleri şöyle böyle görünüp kapıya dayandı artık diye, dinlene dinlene anlatıp durdukça ve işin acı yanı, dinleyicileri günden güne azaldıkça,onu da, denizi görme tutkusu öyle bir yakaladı,pir yakaladı...Hastalanıp yatakta kaldğı günlerde bile, ikide bir,"ay çocuklar,şu deniz denilen medeti ölmeden bir görebılsem, vallahi bu fani dünyadan her nasibimi almış kadar olacağım, gözlerim açık gitmeyecek..." diye mızmızlanmaya başladı...

Bu yıl deniz boyunda bir geziye çıktık,beraberimizde onu da aldık. "Aman çocuklar,bu yaşta ,neyime benim deniz? Sizin hiç başka yapacak işiniz yokmuş gibi, uydunuz şeytana.. ." diye şakalaşıp durdu yolculuk esnasında,ama denizi görünce:

- Uuuuu bu da ne?- diyerek şaştı kaldı...

Sözde lâfı bol, çenesi durmadan çalan, köyün masalcı Gülsüm ninesiydi ve hemen, kıssadan kıssa, hayranlığını, anlatamadıklarını baştan savma,gelişi güzel bir uzunca "uuuu" ile geçiştiriverdi.Sonra devam etti:

- Deniz buymuş desene...Her zaman, hep böyle mi bu deniz? Ne çok su yarabbim...Bolluğun ucu bucağı yok...Kıpır kıpır dalgaları,bir yerlerden çıkıp ,aceleleri varmış gibi koşa koşa geliyorlar.. .

Sonra ezber bildiği, fakat içeriğini anlayamadığı o güzelim arapça dualarını hafif bir sesle,huşu içinde okuyarak, yavaş yavaş aşağılara indi...Yaşı seksenlerde seyretse de, hep daha yardımsız yürüyebiliyordu. Kıyıya vardı, kumsala oturdu.Ağır ağır ayakkaplarını, çoraplarını çıkardı. Önce ellerini,sonra ayaklarını suya batırdı. Usulluca yüzüne bir avuç su serpti.Bir müddet böyle kalakaldı.Kendikendine söylenerek ayağa kalktı. Şalvarının paçalarını dizlerine kadar çekti,çıplak ayaklarıyla birkaç adım ilerledi... Her halde bugünkü gezi için özel olarak seçtiği,gelişi güzel bağlanmış, kenarları oyalı, kahverengi çemberinin altında, biraz dağınık beyaz sümek rengi saçlarını meltem hafifçe okşarken,çocuklar kadar saf ve mutlu bir gülümseyişle dönüp ardına baktı.Orada bizdik,her zaman iftiharla,etraftakiler işitircesine "tosunlarım...çakırlarım... benim bir tanelerim" diye yüksek sesle haykırıp etrafı çınlattığı,koskocman delikanlı ikiz torunları... Arkamızda Varna,önümüzde vara gele çırpınan,yakomazlı bir ufuk ile haşır neşir dalgaların kocaman gizemli denizi, tepemizde martıların kavgacı çığlıkları,ileride,açıklarda demir atmış vapurlar...

Çıplak ayakları hep daha denizde,birkaç adım geri çıktı, bizi yanına çağırdı.

- İyi dinleyin beni -diye konuşmaya başladı... Bu deniz medetini gördüm artık...Baştan başa,boydan boya su,sudan başka bir şey değil, kim ne anlatırsa anlatsın,sadece su...Hem de suyun acayip bir sesi var, ama o kadar da acayip değil,tıpkı ormanın yaprak ışıltısı gibi: vışşş, vışşş, vışşş... Nesi var biraz daha serin , daha nefes açıcı,sebil sebil,dermanı boldur böyle şeylerin... Gençler yaz günleri neden kaçıyolar denize. Ne bilmiyorlar, neler bilmiyorlar...

Hep böyle abartılıdır anlatmaları babaannemin.Rastgele mi köyün bilirkişisi, akıl kumkuması,ünü köyün dışına taşmış masalcı Gülsüm annesiydi...

- Çocuklar, dedi,koca köyden alıp beni tâ buralara getirdiniz,zahmet ettiniz ...Muradınız neyse, nasıl desem bilmem ki,hepsi pek alâ da...

Biraz durakladı, birşeyleri hatırlamak istercesine sağ elini alnına götürdü ve sanki onun değilmiş, çok derinlerden,başka yerlerden gelen dokunaklı bir sesle :

- Dedeniz sağ olsaydı ya ba çocuklar... Şimdi hep beraber baksaydık ya denize,dedi...Zavallı, birşey göremeden göçtü gitti bu dünyadan...Ellisinde var yoktu...

Belli ki, yine bugüne mahsus, özel olarak kınalamış ellerini havaya kaldırdı, denizin üstüne sallayarak:

- Dedeniz pek kibardı,dedi...Camiye, cumaya giderken hep temiz gömlek ister,yakasına gül takardı...Sarığını fesine usulen sarar, tespihi şöyle tutardı rahmetli...

Durakladı , biz görmiyelim diye yüzünü denize çevirdi ve gözpınarlarına çökmüş ufacık, o deniz mavisi solgun fersiz gözlerinden birkaç damla gözyaşının neden öyle ansızın dökülüp, buruşmuş yanaklarından usul usul süzüldüğünü, Karadeniz'in dur durak, ölüm nedir bilmeyen hınzırım dalgalarına karışıp, nasıl akıp gittiğini, bir sır bozulur diye, ikiz kardeşimle başbaşa oturup konuşamadık bir türlü...

 

Galip Sertel

 

 

sözcükler:

Urus: Rus

eşkâre (âşkâre),Farsça : uluorta,açıkça

tekezese ( Bulgarca,kısaltılmış:TKZS) - Bulgaristan'da komünist rejimi döneminde tarım kooperatflerinin adı