21 Ocak 2010 Perşembe

atatürkün anıları

Gönderen mad00

atatürkün anıları


MEHMETÇİĞİN ÇANAKKALE SAVAŞINI KAZANDIRAN YÜKSEK KARAKTERİ

(Kendisi Anlatıyor)

Bombasırtı Olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtarılmamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur an-ı Kerim okuyor ve Cennet e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar.Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk Askerindeki ruh kuvvetini gösteren Dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.

Mustafa Kemal Atatürk



ATATÜRK VE KÖYLÜ

Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi, işçi, sanatkar ve esnaf ile konuşur; memleketin derdini arar bulur, meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı.

İşte böyle yurt gezilerinden birinde İç Anadolu Bölgesinde tarlasında çift süren bir köylü ile karşılaşır. Çiftçi boyunduruğun bir tarafında, öküzü diğer tarafında olmak üzere çift sürmektedir.

- Kolay gele, bereketli ola ağa.

- Allah razı olsun bey

- Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu?

- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.

- Sağlık olsun ağa, diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.

Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk ün yanındakiler, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey, daha birkaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok u yanına çağırdı. Salih, yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.

Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağa yı bulmuş Atatürk ün yanına getirmiştir. Atatürk ayağa kalkarak; Buyur Halil Ağa deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk Halil Ağa ya dönerek:

- Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha demişti.

Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlatır.

Atatürk kaşlarını çatarak, İsmet Paşa ve Şükrü Kaya ya dönerek;

-Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı nı Halil Ağa nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.

Halil Ağa:

-Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim, diye yalvaracak oldu.

-Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın, diye Halil Ağa yı ayakta uğurlamıştı.

Atatürk Türk Köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır...



ATATÜRK VE ÖĞRETMEN

Yazı devriminden sonra (1928) Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce O'na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı.

Aslında, adlandırmada geç kalınmıştı.

Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra, bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru yöneltmişti:

-Yurdu kurtardınız. Şimdi ne yapmak isterdiniz?

Hiç duraklamadan şu cevabı vermişti:

-Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye çalışmak, en büyük amacımdır.

Atatürk nerede bir okul görse girer öğretmen ve öğrencilerle sohbet ederdi.

Bir gün Atatürk'ün yolu bir köy okuluna düşer. Tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders vermektedir.

Atatürk sınıfa girer. Öğretmen kürsüsünü terk ederek Atatürk'ün oturmasını ister.

Atatürk:

-"Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz", dedi. "Eğer izin verirseniz, biz de sizden faydalanmak isteriz. Sınıfta ders sırasında, Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir. "



KOLTUK UĞRUNA

Atatürk, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;

-Kimdir bu?

Vali yanıt verir;

- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede söz sahibi birisidir.

Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;

-Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan,der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.

Şıh;

-Emrin olur Paşam,diyerek yerine çekilir.

Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp , yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış , kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar:

- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi. Siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?

Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;

-Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim, der.

Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler.

Yazıda söyle yazmaktadır;

"İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir.

Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...



ÇANAKKALE'DE NE İŞİ VARMIŞ?

Cumhuriyet'in ilanından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir. Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ataşeleri de davet edilir. Davet güzel bir şekilde devam etmektedir, fakat İngiliz ataşesi olan binbaşının bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz. Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.

Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:

-Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.

Bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:

-Git sor bakalım, babasının Çanakkale'de ne işi varmış?